Said Enes SOYDEMİR / 9-A
Ankara, 2019
HİKÂYE
SAVAŞIN GÖLGESİNDE AŞK
Güneşli, hafif rüzgârlı bir cuma sabahıydı. Fransız savaş gemisi, Baltık Denizi’ni yara yara St. Petersburg’a doğru ilerliyordu. Müttefik Rusya’ya yapılacak askerî yardımları taşıyan gemide yüz kişilik bir asker topluluğu, binlerce silah ve mühimmat vardı. Kıta Komutanı Antonie Bernard emrine verilen birliğin düzenini sağlamak için elinden geleni yapıyordu. Yüzbaşı Bernard, otuz iki yaşında, genç ama savaşın yorgunluğu yüzüne vurmuş deneyimli bir komutandı. Her yaptığı işte her şey kusursuz olsun isterdi. Çok mu kaygılıyım diye düşünürdü çoğu zaman. Ama sonradan kendine kızarak, düzenin iyi olduğunu söylerdi.
Kaptan, köşkten seslenerek St. Petersburg’a çok az kaldığını söylediğinde Yüzbaşı Bernard’ın telaşı tekrardan başlamıştı. Kaygılı bir şekilde güverteye inerek askerlerine emirler yağdırmaya başladı. O sırada askerleri esas duruşa geçmişti.
─ Herkes düzenini ve sırasını korusun. Gemiden düzenli bir şekilde inilecek. Gemiden inildiğinde Müttefik Komutanı Pokrovski Nekrasov bizi karşılayacak. Herhangi bir karışıklık istemiyorum.
Yüzbaşı Bernard, askerleri tek tek kontrol etti. Tabii o sırada da boş durmuyor yine askerlerini tembihliyordu. Büyük bir liman kenti olan Petersburg tüm ihtişamıyla gözükmüştü. Antonie Bernard, tekrardan yüksek bir yere çıkarak askerlerinin düzenini kontrol etti. İçinden Tanrı’ya dua ediyordu. Bernard, dinine bağlı sadık bir Katolik’ti. Düzenli olarak kiliseye gider, Tanrı’ya günahlarını affetmesi için yalvarırdı.
Büyük, heybetli savaş gemisi limana yaklaşmış, demir atmak üzereydi. Komutan Bernard, askerlerini gemiden indirmek için sabırsızlanıyordu. Nihayet Bernard’ın askerleri tam da umduğu gibi gemiden düzenli ve kargaşasız bir iniş gerçekleştirmişti. İçinden askerlerini tebrik etti ve gülümseyerek Binbaşı Nekrasov’a selam verdi. Binbaşı:
─ Hoş geldiniz yoldaş, umarım yolculuğunuz keyfiyetli geçmiştir?
─ Şeref duydum Binbaşı. Tanrı’ya şükür kazasız belasız ulaşabildik.
─ İsterseniz önce askerlerinizi kışlaya yerleştirelim, sonrasında konuşuruz.
─ Tabii ki. Askerlerimiz nerede kalacak?
─ Askerleriniz Petersburg’un kuzeyindeki Müttefikler Kışlasında kalacak. Ama uygun görürseniz sizi konaklamanız için evime davet ediyorum. Maalesef zorlu kış ve savaş koşulları nedeniyle kışlamız soğuk ve pis. Ne kadar hükümetimize bildirsek de yoksulluktan herhangi bir önlem alınamadı. Bu teklifimi kabul ederseniz şeref verirsiniz.
─ Teklifiniz için minnettarım. Bu sorunu en yakın zamanda Fransız Hükümetine bildireceğim. Tanrı yüce Fransa’yı ve büyük Sovyetler Birliği’ni korusun ve müttefikliğimizi daim kılsın.
─ Ben teşekkür ederim. Öncelikle askerlerinizi kışlamıza yerleştirelim. Sonrasında evime geçeriz. Evimde yirmi sekiz yaşındaki kızım Saşa ile birlikte yaşıyoruz. Karım, kızım çok küçükken öldü. İkimiz de birbirimizi hayatta tutmak için yaşıyoruz.
─ Çok üzüldüm. Tanrı günahlarını bağışlasın.
Askerler, araçlar ile kışlaya götürüldü. Yüzbaşı askerleri yerleştirdikten sonra Binbaşı ile yola koyuldular. Pokrovski Nekrasov’un evi kışlaya gayet yakın, iki katlı, sade ve hoş bir evdi. Antonie, eve girerken biraz tedirgindi. Binbaşıya güveni tamdı ama evde neredeyse kendisi yaşlarında bir hanımefendi vardı. Kendi onurunu ve Nekrasov ailesinin onurunu zedelemek istemezdi. Onun için eve çekine çekine, başı eğik şekilde girdi. Kapıyı binbaşının kızı Saşa açmıştı. Kız, uzun boylu, sarı saçlı, zayıf ve kömür gözlüydü. Antonie ilk görüşte ondan etkilenmişti. Ama bu davranışını kendine yakıştıramadı. Pişman oldu ve bu düşünceyi aklından atmaya çalıştı. Evin içi de dışı gibi sadeydi. Pokrovski onu yukarıya çağırdı. Kalacağı odayı gösterecekti. Yukarı katta; çok uzun olmayan bir hol, görünüşe göre biri daha büyük olan üç oda, bir banyo ve bir de tuvalet vardı. Binbaşı büyük odanın yanındaki odayı göstererek:
─ Bu oda senin evlat. Rahatına bak. Ben iki yan odandayım. Yanındaki oda ise kızım Saşa’nın odası. Sen odana yerleş, biz yemek hazır olduğu zaman seni çağırırız, dedi ve aşağı indi.
Antonie odaya girdiğinde odayı karış karış taradı. Bu küçük odada iki koltuk, bir komodin, eski bir saat ve duvarda Teslis inancını temsil eden bir tasvir vardı. Antonie cam kenarındaki koltuğa oturarak bu eve gelerek yanlış mı yaptım? diye düşünüyordu. Bu yoksulluk zamanında binbaşıya yük olacağım diye kendi kendine yakındı. Bu düşünceleri kafasından atmaya çalışarak eşyalarını komodininin çekmecesine güzelce yerleştirdi. Komodininin üstüne de Caen’de yaşayan dul annesinin çerçeveli fotoğrafını yerleştirdi. Annesini özlemiş, duygulanmıştı. Annesi sakin, kocası ölünce hüznünü yüreğine kapatmış, dul bir kadındı. Üzüntüsünü unutmaya çalıştı. Duvardaki tasvir ilgisini çekmişti. Ne zamandır kiliseye gidemediğini hatırladı. O sırada kapı çaldı. Bay Nekrasov onu yemeğe çağırıyordu. Yavaşça aşağıya inerek masaya oturdu. Saşa yemekleri tabaklara bölüyordu. Bu arada Antonie, Saşa’nın kendisine gizliden göz ucuyla baktığını fark etti. Ama umursamayarak Binbaşı ile sohbete başladı.
─ Eeee anlat bakalım kendinden evlat.
─ Tabi ki. Otuz iki yaşındayım. Harp Akademisini bitirdiğimden beri askerlik yapıyorum. Bekarım. Babam ben doğmadan önce ölmüş. Onun için babamı hiç görmedim. O da askermiş. Bir de Bay Nekrasov, bu şerefli hareketiniz için size minnettarım. Bu hareketinizi unutmayacağım.
─ Ne demek. Bu kasvetli savaş günlerinde sizin gibi değerli bir müttefik komutanını ağırlamak bizim için büyük şereftir.
O sırada kapı çaldı. Kapıya Saşa baktı. Gelen bir askerdi, Binbaşıyı çağırıyordu. Bay Nekrasov kapıya yöneldi. Saşa o sırada masaya oturdu. Binbaşı askerle konuşurken Saşa ve Antonie çok defa göz göze geldiler ama hep bakışlarını birbirlerinden kaçırdılar. Bu sırada Pokrovski Nekrasov kapıyı kapatarak masaya döndü.
─ Evlat, üç gün sonra cepheye çağrılıyoruz. Bu zaman içinde de her gün kışlaya gidip talim yapacağız. Bu süreçte burada kalıp, rahatına bakabilirsin. Kendi evin gibi davran.
─ Tamam. Teşekkür ediyorum. Ben biraz dinlenmek istiyorum.
Antonie, Saşa’ya yemek için teşekkür etti ve odasına gitmek için merdivenleri çıkmaya başladı.
Akşam vakti olmuştu. Antonie çok yorulmuştu. Bunun için Saşa’nın getirdiği eski yorgan ve çarşafı koltuğa kusursuzca serdi. Yatağına oturdu. Antonie her gün düzenli olarak geçirdiği gün hakkında düşüncelerini yazardı. O günde yazdı. Defterine Saşa’yı, Bay Pokrovski’yi yazdı. Deftere, Saşa’ya duyduğu ilgiden de ufakça bahsetmişti. Yazısını tamamladı ve defterini komodinin üzerine koydu. Ardından her zaman yaptığı gibi uzunca dua etti ve yatağına yattı. Hemen uyuyamamıştı. Uzunca bir süre annesini düşündü. Sonra aklı Saşa’ya kaydı. Acaba o da beni sevdi mi diye düşünürken uykuya daldı.
~SABAH~
Sabah uyandığında saat 11’i geçiyordu. Bu kadar çok nasıl uyudum, bir asker bu kadar uyumamalı diyerek kendini yargıladı. Yatağını topladı ve elini yüzünü yıkamak için tam odadan çıkmak üzereyken Saşa onu uyandırmak için odaya girdi. Saşa, onun uyandığını görünce bir anda utanarak:
─ Antonie, bende tam seni uyandıracaktım. Kahvaltı hazır olmak üzere, dedi ve daha Antonie’nin cevabını beklemeden odadan çıktı.
Antonie fazla oyalanmayarak yüzünü yıkayıp aşağıya indi. Bay Pokrovski gazete okuyor, Saşa ise masanın son hazırlıklarını yapıyordu. Antonie:
─ Günaydın Bay Nekrasov. Günaydın Saşa.
Saşa gülümseyerek yanıt verdi. Pokrovski Nekrasov:
─ Antonie, kahvaltımızı yapalım sonrasında hazırlanıp kışlaya doğru yola çıkarız. Şimdi güzelce yemeğimizi yiyelim.
Sessizce yemekler yendi. Antonie teşekkür ederek sofradan kalktı. Sessizce odasından çıkarken Bay Nekrasov ve Saşa konuşmaya başlamıştı.
─ Aslında çok başarılı ve iyi kalpli bir çocuk.
Saşa ise sadece başıyla onaylamıştı. O sırada Antonie ise söylenenleri utanarak dinliyordu.
─ Kızım, senin evlenme çağın geldi diyorum. Ne dersin karşımıza böyle dürüst ve başarılı bir komutan çıkmışken bu fırsatı kaçırmayalım diyorum. Biz cepheye gidene kadar bana fikrini söyle. Ben de Antonie ile konuşur, onun fikrini alırım.
Saşa heyecanlı ve utangaç bir şekilde:
─ Tamam babacığım, dedi ve sustu.
Aslında Saşa da Antonie’den hoşlanmıştı ama bunu belli etmemişti. Antonie ise şaşkın ama içindeki mutluluk ile odasına çıktı. Saşa'dan ilk görünüşte etkilenmişti. Lâkin bu düşünceyi içine atmış, bunu dile getirmeyi edebe uygun görmemişti. O da düşünüp taşınacaktı.
Sakince ve huzurluca İncil'ini okumaya başladı. Nedense genellikle İncil okurken insanlardan uzaklaşır ve ruhani bir dünyaya daldığını hissederdi.
~10 GÜN SONRA~
Antonie sabah erkenden kalmıştı. Üniformasını hızlıca giyerek eşyalarını topladı. Çantasını kapatmadan önce son bir kez daha annesinin resmine baktı. Ne güzel gözleri vardı annesinin. Uzun uzun inceledi. Memleketini özlediğini fark etti. Artık gitmesi gerekiyordu. Duasını etti ve hızlıca aşağıya indi. O sırada holde Binbaşı Pokrovski ile karşılaştı. Antonie:
─ Günaydın Binbaşım. Nasılsınız?
─ Günaydın evlat. İyiyim, teşekkür ederim.
Beraberce hızlıca aşağıya indiler. Saşa sofrayı hazırlamış, onları bekliyordu. Sofraya oturdular sessizce yemek yerlerken Bay Pokrovski:
─ Evlat sana çok önemli bir şey söyleyeceğim. Çok iyi düşün. Bunun sadece bir teklif olduğunu unutma.
Antonie olacakları tahmin ederek:
─ Buyurun Binbaşım dinliyorum.
─ Evlat, ben artık yaşlandım. Bugün varım, yarın yokum. Onun için sana samimi bir şekilde söylüyorum. Kızımı seninle evlendirmek istiyorum. Tabii ki senin rızan olmazsa olmaz. Ne dersin?”
Antonie Bernard biraz düşünerek:
─ Siz nasıl uygun gördüyseniz Binbaşım, bana şeref verir.
Pokrovski:
─ Teklifimi hoşgörü ile karşıladığın için sana minnettarım. Saşa biz gelene kadar ufak tefek hazırlıkları yapar. Sonrasında ise düğününüzü yaparız.
Saşa ve Antonie onayladılar. Kahvaltı kısa sürmüştü. Binbaşı Pokrovski onları yalnız bırakarak eşyalarını toplamaya gitti.
Saşa ve Antonie uzun uzun bakıştılar. Sadece birbirlerine mektuplaşmak için söz verdiler.
Bay Pokrovski aşağıya indiği zaman ayağa kalktılar, kısa ve hüzünlü bir vedalaşmadan sonra nihayet evden çıkabildiler.
Kışlaya doğru taşlık yolda ilerliyorlardı. Pokrovski ile Bernard, o dönem Sovyetlerde herkesin dilinden düşmeyen hatta yankıları tüm Avrupa'yı sarmış olan suikastlardan konuşuyorlardı. Müttefikler arasına sızmış, genellikle yüksek rütbeli askerleri öldüren ve işleri içinden çıkılmayacak vaziyete sokan suikastçılar vardı. Bir türlü önüne geçilememişti. Tedbirli olunması gerekiyordu. Nekrasov ve Yüzbaşı kışlaya girdikten sonra askerlerini tek tek kontrol ettiler. Sonra cepheye intikal etmek için askeri araçlara geçtiler. Cepheye uzun bir yolculuktan sonra vardılar. Antonie, askerlerini büyük bir titizlikle askerlerini kalacakları yerlere yerleştirdikten sonra kendisine tahsis edilen bölüme geçti. Eşyalarını güzelce çıkardı. Masasının sağ köşesine annesinin, sol köşesine ise Saşa'nın evden çıkarken kendisine gizlice verdiği resmini koydu ve Saşa’ya mektup yazmaya başladı. Kısaca yolculuklarına dair bir mektup yazdı. İçi içine sığmıyordu. Bir an önce kışlaya varmak ve Saşa'yla evlenmek istiyordu.
Cephede ilk günler tekdüze geçmişti. Ama sonraki günlerde düşman ilerleme kat etmiş ve şu anda bulundukları mevkiye yaklaşmıştı. Bunun için Pokrovski ve Antonie savaşın en kızıştığı noktalara gelmişlerdi. Bir yandan düşmanla mücadele ederken bir yandan da son günlerde hakkında büyük söylentiler çıkmış kendi taburlarındaki suikastçıyı düşünüyorlardı. Askerlere bu konuda uyarı yapılmış ve dikkatli olmaları emredilmişti. Buna rağmen geçen gün iki asker öldürülmüş ama suikastçı hâlâ bulunamamıştı. Bu konuda konuştuktan sonra cephede tek tek askerleri denetlediler. Sonrasında biraz soluklanmak için Bay Pokrovski’ye tahsis edilen bölüme geçtiler. Binbaşı Pokrovski askerden su istemişti. Antonie de istediğini söyledi. Bu birkaç gün içinde çok yorulmuştu. Suikastçı olayı ve düşmanın gittikçe ilerlemesi bu duygusal komutanı etkilemiş ve bitkin düşürmüştü. Su geldikten sonra bir yandan da sohbet ettiler. Antonie izin isteyerek odasına çekildi. Odasına girince masasına bırakılmış bir mektup buldu. Saşa’dan gelmişti. Büyük bir mutlulukla açtı ve okumaya başladı. Saşa mektupta, onu çok özlediğini yazmış ve bir an önce ona kavuşmak istediğini söylemişti. Büyük bir heyecanla bu güzel mektuba bir cevap yazmak istedi. Yazmaya başlamıştı lâkin karnına bir anda bir ağrı girdi. Bir anda annesinin ona hediyesi olan kalem elinden düştü. Yavaş yavaş ölüme doğru yaklaştığını hissetti. Korkuyordu. Çünkü Antonie ölümü Tanrı’ya bir yaklaşma olarak görür ve günahlarının azabını çekeceğini düşünerek endişelenirdi. Aklına bir anda Saşa geldi. Şimdi de kaygısına Saşa'ya kavuşamama kaygısı da eklenmişti. Kalemini yerden almaya çalışarak son sözlerini yazmak istedi. Kalemi eline almıştı ama sadece bir cümle yazabilmişti: “Seni canından çok seven Antonie.”
Bu cümlesinden sonra canını Tanrıya teslim etmişti. Oysaki o daha pırıl pırıl, başarılı, çalışkan ve vatansever bir yüzbaşıydı. Ne yazık ki korktuğu başına gelmiş, ölüm ona erken uğramıştı. Geride ise gözü yaşlı bir kız ve umutsuz bir baba bırakmıştı.
コメント