top of page
Yazarın fotoğrafıBregeal Yazıyor

"KÜSKÜN MEŞE" - Aybatur KIVANÇ

Güncelleme tarihi: 31 Eki 2022


Aybatur KIVANÇ / 11-H

Ankara,2018


HİKÂYE


KÜSKÜN MEŞE


Yaşlı adam; eskimiş, tahta pervazlı penceresinden dışarı baktı. Yeni doğan güneş, yeşil çayırları sakince örtüyordu. Evin önünde duran meşe, arkasından gelen gün ışığını kesiyor ve karanlık bir siluet oluşturuyordu. Gökyüzü ise en az bir ırmak kadar berraktı. Yüksek tepelerden esen rüzgâr kendini görkemli vadilerin kucağına bırakıyor, akarsuların hiddetli yolculuğuna eşlik ediyordu. “Çalışmak için yeterince güzel bir gün.” diye düşündü.


Kapının yanında duran tabureye dayanmış kısa küreğini ve hemen üstündeki un torbasını eline aldı. Çalışmaya koyulmadan önce yapması gereken önemli bir işi vardı. Kapının eşiğinden zar zor geçirdiği un torbasından yere kan damlıyordu. İçinde un olmadığı kesindi. Yaşlı adam yükü sağ bacağının üzerine verdi ve diğer elinde küreğiyle ağır ağır meşeye doğru yürüdü. Ağacın gövdesine ulaştığında elindeki torbayı bırakıp yere oturdu. Nefes alırken zorlanıyordu. Elini kır sakallı çenesinde gezdirirken aynı zamanda karşısındaki eskimiş evine bakıyordu. Bu ev, rahatlıkla sekiz veya on kişiyi ağırlayabilecek büyüklükteydi fakat yaşlı adam tek başınaydı. Aslında daha yeni tek başına kalmıştı. Kendisi gibi ihtiyar dostu, dün gece ölmüştü. Şu anda da un torbasının içinde toprağa karışmayı bekliyordu. Yıllarca beraber yaşadığı bu kan tazısını kendi elleriyle gömmek yaşlı adamı oldukça üzüyordu. Daima kendisinin ondan önce öleceğini ve sahipsiz kalınca onun bir akarsu kenarına inip kalan kısa ömrünü orada huzur içinde geçireceğini düşünürdü.


Asırlık meşeye tutunarak ayağa kalktı. Küreğini aldı ve ağacın eve bakan tarafını kazmaya başladı. Burası bir mezar için çok uygun bir noktaydı. Tepede oldukları için kara kış geldiği zaman şiddetli rüzgârlarla başa çıkmak zorunda kalıyorlardı. Meşe ağacının bu rüzgârları engelleyeceğini ve mezarı koruyacağını düşünüyordu. Ayrıca evin birkaç metre ilerisinde bulunan inekler bu ağaca yaklaşmıyordu. Nedenini bilmiyordu fakat bu sayede mezarın üzerindeki çiçekler canlı kalabilecekti.


Bu meşe ağacı yaşlı adamın hayatında önemli bir yere sahipti. Yoğun bir çalışmadan sonra her zaman bu ağacın gölgesine gelir ve dinlenirdi. Meşe, evini dış etkenlerden çokça korurdu. Ağacın her türlü faydasını gören yaşlı adam için son birkaç aydır durum böyle değildi. Sanki meşe ağacı ona küsmüştü. Her yaz gür yapraklarıyla kendini gösteren meşe, bu yaz yapraklarının bir kısmını dökmüştü. Üstüne konan kuşlar şarkılarıyla her yeri neşeye boğarken bu yaz bir kuş bile uğramamıştı. Yaşlı adam bu küskünlüğün nedenini biliyordu. Kendisiyle ilgili değildi, tüm insanlığa olan bir sitemdi bu. İki ülkenin doğayı hiçe sayıp kendi silahlarıyla yeryüzündeki barışı bozmalarına karşı bir tavırdı. Almanlar, Doğu Fransa’ya girdiğinden beri süren bir tavır…


Yaşlı adam doğanın gücüne inanıyordu. Tabiat ananın kucağından gelip yine ona döneceğimize, her doğal varlığın bir ruhu olduğuna inanıyordu. Yaşamın başından beri süregelen ve büyük sona kadar da bitmeyecek olan doğa hükmünün yanında; gelip geçici olan insanın toprağa, havaya, bitkilere ve tüm doğaya verdiği zarar, tabiat anayı ancak gücendirirdi. Bu sefil insanlık, yaptığı her yanlış hareketin karşılığını alıyordu. Doğanın gücü, karşı koyulamazdı.


Son toprağı da attı ve küreğinin yatay yüzüyle mezarı düzleştirdi. Daha sonra çiçek ekmek için tekrar gelecekti. Eve girmek için yönelmişti ki rüzgâr ve hayvan sesinden başka bir ses işitti. Tepenin aşağısındaki yoldan geliyordu bu ses. Biraz geri gitti ve kafasını uzattı. Alman araçlarının motor sesiydi bu. Etrafındaki tüm canlı renkleri sömüren siyahlığı ile iki ordu arabası geliyordu. Rüzgâr, arabanın farlarının üstündeki küçük kırmızı bayrakları adeta istemsizce dalgalandırıyordu.


Yaşlı adam sadece sinirliydi. Onlardan korkmak için bir nedeni yoktu. Bu güzel havada keyfini kaçırabilecek tek şey evine yaklaşmakta olduğu için sinirliydi. Evin girişindeki kovadan aldığı suyla yüzünü yıkadı. Zorunlu bir eziklik duygusu ile kendini hazırladı. Olacak her şeye hazırdı.


İki araba da ineklerin yakınında durdu. Öndeki araçtan dört Nazi subayı indi. İçlerinden biri arkadaki aracın kapısını açtı. Bu sefer inenin üniforması farklıydı. Daha korkutucuydu, üzerinde kurukafa olan bir kep takıyordu ve tüm giysisi siyahtı. Arkasındaki pelerini savurarak yaşlı adama doğru yürüdü. Yaşlı adam tepkisizdi. Donuk bakışlarını doğrudan subayın gözlerinin içine yöneltmişti. Subay, yaşlı adamın sağ kolunu bileğinden kavradı ve havaya kaldırdı. Karşı koymadı, sorun çıksın istemiyordu. Subay,


Çok yaşa, büyük önder, diye bağırıp kendi kolunu da kaldırdı. Ardından arkadaki tüm askerler de aynısını yaptı. Yaşlı adam sessiz kalmıştı. Karşısındaki subay öfke dolu gözlerle adamın söylemesini bekliyordu. Yaşlı adam,


Çok yaşa, dedi ve kolunu indirdi. Subay, yüzünde hafif ve sahte bir tebessümle kapıya bakarak:

İçeri geçsek iyi olur, değil mi, dedi ve tekrar adama döndü.


Yaşlı adam cevap vermeden kapıya doğru subaya eşlik etti. Subay arkasındaki askerlere beklemeleri için işaret etti. İçeri girdiler. Subay hemen karşısındaki masaya, gördüğü ilk sandalyeyi çekti ve oturdu.


İçecek bir şeyler iyi olur, dedi. Yaşlı adam tozlu rafındaki şarap şişesini eline aldı. Subay, aniden ekledi:


Görev başındayken içki içmeyiz, başka bir şey ver. Ardından,


Bahçede inekleriniz olduğunu gördüm, yani taze bir bardak süt gayet güzel olurdu, dedi.


Yaşlı adam mutfaktaki süt kovasından bir bardak süt koydu ve subaya verdi. Subay tek dikişte içip bıyıklarının üzerindeki süt iziyle gülümseyerek ikinci bir bardak istedi. Yaşlı adam doldurmak için mutfağa gittiğinde subay yüksek sesle:


Hayvancılık izninizi ve diğer belgelerinizi görmem gerekiyor. Buraya yalnızca süt içmeye gelmedim, dedi. Yaşlı adamın bardağı masaya koymasıyla birlikte dışarıdan bir el silah sesi duyuldu. Yaşlı adam kapıya yöneldi. Subay ise hiç istifini bozmadan oturmaya devam etti.

Yaşlı adam, bahçeye çıktığında gördüğü manzara karşısında aşırı öfkelendi. Askerlerden biri, meşenin dalının üzerine bir cam şişe koymuş onu vurmaya çalışıyordu. Yaşlı adam dışarıdayken iki el daha ateş etti ve yine ıskaladı. Sıktığı tüm mermiler meşenin gövdesine isabet etmişti. Yaşlı adam, aniden su kovasının yanındaki baltasını aldı ve askere doğru koşmaya başladı. Baltayı tüm gücüyle havaya kaldırdı, askerin kafasına indirecekti ki topuğundan vuruldu. Öfkesi gözünü öyle bürümüştü ki sonunu düşünmeden silahlı askere baltayla saldırmıştı. Acıyla sağ ayağının üzerine düştü. Yerde kıvranıyordu. Ölen köpeğinin mezarı hemen karşısındaydı. İhtiyarlıktan olacaktı ki topuğuna isabet eden kurşunun acısı, tüm vücudunu ele geçirmişti. Daha fazla dayanamadı ve bayıldı.


Gözlerini açtığında karşısında o çok sevdiği vadi manzarası vardı. Asırlık meşesinin hemen yanında, dalının altındaydı. Boynundaki iple o dala bağlanmıştı. Ayağıyla yer arasında hep kullandığı su kovası vardı. Boynuna, üstünde “Hain Yahudi“ yazılı bir tahta parçası asılmıştı. Oysa o ne Yahudi’ydi ne de başka bir şey… O yalnızca yere ve göğe inanıyordu.


Karşısına geçen Alman subayı, yaşlı adama mutlak zaferlerini anlatırken o, uçsuz bucaksız çayırlara bakıyordu. Bu askerler tüm cihanı ele geçirse ne olurdu sanki doğayı kontrol edemedikten sonra insanları kontrol etmişsin ne ki? Yaşlı adam huzurluydu. Geldiği yere geri dönüyordu. Hem de çok sevdiği meşesinin koynunda. Gerçekten de meşe ona küsmüştü ama... Şu anda yaşlı adama ilk kez zararı dokunuyordu. Daha da çok dokunacaktı başkalarına. Biliyordu ki bu topraklara tekrar barış gelmediği sürece tabiat ana insanoğluyla küs kalacaktı. Önünde sonunda doğa insanlardan öcünü alacaktı. Barış ne zaman mı gelecekti? İşte bunu yaşlı adam da bilmiyordu. İnsanoğlu var oldukça barışa olan ihtiyaç daimi olacaktı, tek bunu biliyordu. Gözlerini kapadı; içinden bekle dostum, ben de geliyorum dedi ve rüzgârla birlikte belki de barışın olduğu tek yere doğru uzun bir yolculuğa çıkmaya hazırlandı.

28 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Sitemize Abone Olun

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page