Proje Ödevi Konusu: Seçtiği bir şiirden yola çıkarak hikâye yazma.
ÖN SÖZ
Abdurrahim Karakoç, “Mihriban” şiirinden bildiğim ve sevdiğim bir şairdir. Anadolu’da yetişen ve milletin derdini kendine dert edinen bir şair olan Abdurrahim Karakoç, “Yalvarış” şiirinde aşk ve gurbet temalarını işlemiştir.
“Yalvarış” şiiri, sıradan bir aşk şiirinin ötesinde. Her dizesinde ayrı anlamlar taşıyor. Duygu yoğunluğu ağır basan bu şiirde Abdurrahim Karakoç, içtenliğini ve yürekten sevgisini ortaya koyuyor. Bu da “Yalvarış” şiiri seçmemin sebeplerinden biri.
Proje ödevim için şiir araştırırken gözüme bu şiir ilişti. Okuduğum an hüzünlendiğim “Yalvarış” şiirinden yola çıkarak elemli bir aşk hikâyesi yazabileceğimi düşündüm ve çalışmalarıma başladım.
YALVARIŞ
Ya Rab bu hasrete can dayanmıyor;
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Her adımda bir engel var, salmıyor,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Mümkün mü bu yolda maksuda ermek?
Mümkün mü sılada dost yüzü görmek?
Aşığa ar gelir geriye dönmek;
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Çekilmez bir şelek vurdun arkama;
Şaşırdım yollarda kaldım, akşama.
Umudum her zaman bakidir amma,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Sevip sevilmemek varsa kaderde,
Hangi doktor ilaç verir bu derde?
Hastayım, susuzum gurbet illerde;
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Ey hanlar hanını halk eden Hancı!
Bir yudum aşkınla doğdu bu sancı.
Ey fakir ekmeği, Mümin inancı!
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Abdurrahim KARAKOÇ
Ankara, 2022
KIZIL YOLDAŞ
Yine dalmıştı uzaklara. Yıllardır sırdaşı olmuş defteri ve Talip baş başalardı artık. Talip, kendine bir yoldaş arıyordu. Dertlendiğinde dizine yatıp huzura ereceği, yeri geldiğinde konuşmadan sadece gözlerine bakarak anlaşabileceği bir yoldaş... Talip eskilere dalmış böyle düşünürken Türkân da başını ona yaslamıştı. Türkân kızıl saçları, yerinde ve tatlı sözleriyle Talip’in her şeyiydi. Onun görmeyen gözleri Talip’in onu sevmesine engel olamazdı. Hiçbir şey engel olamazdı onların sevgisine. Adını aşk bile koyamazlardı. Onların sevgisi üç harfli bir kelimeyle ifade edilemezdi.
***
Türkân yerinden doğruldu. Saçları dağılmıştı. Talip’e dönerek:
─ Talip, ne zaman atları görmeye gideceğiz?
Talip, Türkân’ın dağılmış saçlarını toplayarak:
─ Sen ne zaman istersen...
─ Hemen!
─ Ne o? Korkardın sen atlardan.
─ Bilmezdim uysal, akıllı hayvanlar olduklarını. Bilmezdim yelelerini okşadığımda huzurla dolacağımı. Hem senin gibi parlak tüylerini, rüzgârda uçuşan yelelerini göremem ama özgürlük için haykırışlarını, şu koca bozkırda koştururken içlerinde yanan ateşi bilirim. Gözlerim âmâ olsa da yolumu bulurum. Ben bu gözlerle seni buldum. Bu gözlerle ellerini tuttum.
Talip arada Türkân’ın kızıl saçlarına dalıyor. Onun her sözcüğü özenle seçişine hayran oluyordu. Söyledikleri doğruydu. Görüyordu Türkân. Herkesten daha iyi görüyordu. Acaba Talip’ in onun için yanıp tutuşan kalbini de görebiliyor muydu?
Talip ayağa kalktı. Türkân'ın elini tuttu ve:
─ Hadi, gidelim o zaman! Senin huzurla dolacağın yere gidelim, dedi.
Yol boyu pek konuşmadılar. Talip yolda bir çukur ya da taş gördüğünde daha dikkatli oluyor, Türkân’ı gözünden sakınıyordu.
***
Çiftliğe yaklaşmışlardı. Atların sesi duyulmaya başlamıştı. Türkân hızlı adımlarla yürümeye başladı. Talip de peşindeydi.
Talip telaşlanmıştı:
─ Dur, bekle! Yavaş ol!
Çocuk gibiydi Türkân. Yerinde durmayan yaramaz bir çocuk gibi.
Talip ve Türkân atların yanına gittiler. Dörtnala koşan atların arasında hayallere daldılar.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlardı. Talip alnını kırıştırarak:
─ Hava kararmaya başladı. Hadi, seni eve bırakayım!
El ele iki sevgili atlardan uzaklaştılar.
***
Ertesi gün Talip düşünceliydi. Siyah gür saçları arasında bakan gözleri uzaklara dalıyordu.
Türkân’la her zamanki yerde buluştular. Türkân'ın evine pek uzak olmasa da Talip endişeliydi. Türkân:
─ Geldim işte. Yine beklettim mi seni?
─ Ben de yeni geldim zaten. Hem seninle bir şey konuşmak istiyorum.
Talip yutkundu önce. Nasıl anlatsa bilmiyordu.
─ Dün sabah eve haber gelmiş. Beni askere çağırıyorlar. Yarın tez gitmem gerekiyormuş.
Türkân’ın yüzü solmuş, boynu büküktü. Askerliğin vatan borcu olduğunu bilse de sevdiğinden ayrılacak olmak ona zor geliyordu.
Talip, Türkân'ın başını ellerinin arasına aldı ve:
─ Hem bir de bakmışsın ki gelmişim. Sayılı gün çabuk geçer bilmez misin?
Talip, Türkân’ı teselli etmeye çalışsa da gurbetin kolay olmadığını o da biliyordu. Sevdiğinin yüzünü görememek, sesini duyamamak acı veriyordu Talip’e. Bu hasrete can dayanır mıydı? Türkân, Talip’in ellerini tutmaya yeltendi. Talip bunu fark etmiş olacak ki hemen Türkân’ın ellerini tuttu:
─ Öyle, boynu bükük durma sevdiğim.
"Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun."
Bu ayrılık sana da zor gelir bana da bilirim.
"Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun."
Türkân ve Talip için birbirlerinden ayrı geçecek günler başlamıştı. Talip, Türkân’la arasındaki yıkılası dağları delercesine Türkân’ı seviyor. Türkân ise geçmek bilmeyen günleri Talip’ e kavuşmasına engel olan düşmanlar olarak görüyordu.
***
Kim bilir Talip döndüğünde Türkân ne kadar da çok sevinirdi. Birbirlerinden uzakta olsalar da bu iki kalp daima birbirleri için çarpardı. Aralarındaki mesafenin ne önemi vardı?
SON SÖZ
Benim hikâyem burada bitti ama Türkân ve Talip’in hikâyesi yeni başlıyor.
Talip, Türkân için bu karanlık dünyasının içinde bir sevinç ışığı ve kurumaya yüz tutan ekinlere can veren bir nisan yağmuru gibi can suyu oluyor. Mesafelerin yalan olduğu gönül gözüyle bakanın özü bulduğu bu hikâyede, yalnızlık yerini samimiyet ve yoldaşlığa bırakıyor.
Aklımdakini yazıya geçirmenin zor olduğunu anladığım bu ödevde, karakterleri ve iç dünyalarını iyi bir şekilde yansıtmaya çalıştım. Hikâye ve rüzgâr kelimelerinin yazımını; maksut ve şelek kelimelerinin anlamlarını öğrendim. Yazdıklarım, Abdurrahim Karakoç gibi içimize işleyen sözleri olan bir şairin gölgesinde kalsa da elimden geleni yaptığımı düşünüyorum.
Comments