“KENDİNE AİT BİR ODA”
29 Eylül 2021
Deha araştırmacısı Dean Simonton’a göre tarihteki etkili kadın figürlerinin oranı %3. Bilim tarihinde %1, satrançta 1700 önemli isimden ise sadece 37’si kadın. Kadın dâhi sayısı neden bu kadar az? Sorun kadınların genlerinde mi yoksa kültürel koşullarda mı? Bu sorunun cevabını aramak için ise biraz daha derine inmek ve geçmişe gitmek gerek.
Paris’te kadınlar ilk kez üniversiteye -ayrı kapıdan bile olsa- girdiklerinde yıl 1793’tü oysa ilk üniversite 1088’de kurulmuştu. Almanya’da ise kadınlar ancak 1800’lerde derslere katılabildi ama “perdenin arkasından”. Bu ayrımcılık sadece üniversitelerde, okullarda ya da iş hayatında yoktu. Ayrımcılık, hemen her toplumda doğar doğmaz başlıyordu çünkü en küçük yapı birimi olan ailenin içindeydi. Kız çocuğu olarak doğmak, hayata bir-sıfır yenik başlamak demekti âdeta.
“Edebiyat bir kadının işi değildir ve olmamalıdır. Ona ev işleriyle ilgilenmesini, boş zaman eğlencesi olarak bile yazmamasını söyleyin.” demişti 1836’da Charlotto Bronte, tüm dünyayla âdeta alay edercesine. Ünlü İngiliz klasiği “Jane Eyre”i de daha önceki eserleri gibi takma isimle yazmıştı çünkü ayrımcılıklar tarihinde kadınların yaşadığı en büyük sorunlardan biriydi “yeterince ciddiye alınmamak.”
İlginçtir ki tarihteki önemli kadın figürlerinin neredeyse hiçbirinin erkek kardeşi yoktu. Acaba bu bir tesadüf mü? Sigmund Freud’u hepiniz bilirisiniz, peki ya kız kardeşini duydunuz mu? Freud’un kendine ait bir odası, çalışmalarını yapabileceği bir alanı vardı fakat “Ann”, erkek kardeşinin sahip olduğu haklardan cinsiyeti yüzünden men edilmişti, aldığı piyano dersleri dahi kardeşinin çalışmalarını engellediği gerekçesiyle yasaklanmıştı.
Ann’in kendine ait bir odası yoktu. Kendinize ait bir odanızın olmamasının ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bunu gerçek anlamdan ziyade bir “imge” olarak ele almak lazım aslında. Kendinize ait bir odanızın olması, başarı için tek başına bir sebep olmadığı gibi odanızın olmaması hedeflerinize ulaşmada tek başına bir engel de teşkil etmeyecektir.
Ünlü İngiliz kadın yazar ve eleştirmen Virginia Woolf, kadınların ayrımcılık tarihi üzerinde durduğu ve “perdenin arkasındaki tüm kız kardeşlerine” ithaf ettiği eserine “Kendine Ait Bir Oda” adını vermişti. Ataerkil sisteme meydan okuyan bir “kadın manifestosu” diyebileceğimiz bu kitap, dehanın erkek adına şekillenmiş bir kavram olduğunu ve kadınların fırsat eşitsizliği tarihini son derece başarılı bir şekilde anlatmış ve tüm dünyaya seslenmişti:
“İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de bir sürgü ne de kapatabileceğiniz bir kapı. Beni can kulağıyla dinleyin kızlar, para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın! Erkekler ne der diye düşünmeden yazın.”
Maalesef kadınlar bu adaletsiz dünyada erkeklerle aynı konuma gelene kadar iki kat fazla çalışmalı, iki kat fazla gayret göstermeli ve asla ama asla pes etmemeli çünkü ancak o zaman tarihteki kadınların döktüğü terler boşa gitmemiş olur. Eğer biz bugün okuyorsak, araştırıyorsak, çalışıyorsak, üretiyorsak, yazıyorsak bu “perdenin arkasındaki tüm kız kardeşlerimiz için.”
Tüm dünya kabul etsin artık: Perdeyi açtık ve sahnede biz de varız.
Comments