Duygu TÜRKİLERİ
Ankara, 2018
Kişisel Duyarlılığı ve Dikkati Ele Alan Deneme
VE BEN HÂLÂ AĞLIYORUM
Mevsim yok, vakit yok. Penceremin önünde bitmiş sigara paketimle yalnız, insanlığa ağlıyorum ben. Yalan yok, ağlıyorum. Doğduğum ilk günlerde, annem nasıl kesilmişse sütten ve ben nasıl açsam o günde sevgiye, o gün nasıl ağlıyorsam içli içli, bugün de ağlıyorum o misal.
***
Sokağa çıkıyorum, yürüyorum. Karşımda insanlar var, ayağımın altında kaldırımlar. Arabalar var, siren sesleri de. Ambulanslarda hayata direnen ruhlar, direnemeyenlerin çığlıkları da var, feryatları… Bir gözümün önünde duran çocuklar var mesela; bir de durmalarına, yaşamalarına izin verilmeyenler var. Deliler de geçiyor yanımdan. Yıllar önce ruhları, kalpleriyle ölenler... Hiçbir şeyi kalmamışken aklını da kör kuyulara teslim eden deliler de var.
Sorun değil; hepimiz aynı güneşin kavurduğu, aynı şeyin sevdalısı değil miyiz? Hayatın, hayatta kalmanın… Ölmemek için, canımız yanmasın, hayatta kalalım diye bir başkasının canının harcanmasına göz yumar vicdanlarımız. Canı yananlar da var, görüyoruz, duyuyoruz ama… Bırakalım onların da canı yansın, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” diye çalışan kafalarımızın içinde ölümü kötüler ruhlarımız. Hayatlarımızda yaptıklarımız sığmadığında vicdanlarımıza Tanrı’ya açılır ellerimiz. Cennete gitmeyi diler her dil. Uzunca yaşamaktır her faninin hayali fakat anlamayız, anlamak istemiyor, kabullenemiyoruzdur belki gerçeğimizi. Her beden bir gün ölmek, unutulmak için yaratılmadı mı? Her insan bir gün olmak istediği yerde değil, olması gereken, olmayı hak ettiği yerde olacak. İşbu hakikat bundan ibaret…
Yürüdüğüm caddede kuyruklar var sonra. Piyango bileti kuyrukları... Ruhları satılık, hayatları “beş paralık” bilinen insanların umut köprüsü esasında onlar. Umutlarını da ruhlarıyla beraber piyango biletlerine değişecek olanlar. Haksızlar mı? Kime göre? Umut kime göre tanımlanır? Mesela evine ekmek götürmek için direnen ruhların umudu, talih için ruhsuzlaşan kalplerin umuduyla bir midir?
Durdu sanmayın gözyaşlarım, hâlâ ağlıyorum. Az öteden mendil satan çocuklar geliyor. Yürekleri ürkek, cılız bedenlerine ağır; erken yaşlanmış çıplak ayaklarında toz, toprak ve kan. Görüyorum, insanlık kan kaybediyor. Acı ama biliyorum; aynı güneşin altında kavrulanlar, aynı kaderi paylaştığını bugün cebindeki paraya değişir olmuş. Para, evet para için… Onun uğruna savaşlar yapar, insanlar öldürür, öldürdüklerinin çığlığına kulaklarını kapatır olmuş. Aynı gökyüzünün ortak paydasında, aynı sıcakta yandıklarının terlerini silmeye utanır olmuş. Ve ne acı ki aynı karanlık düştüğünde ay ışığına biz insanlar, aynı şeylere ağlamaz, birbirimizin gözyaşlarını silmez olmuşuz. Adlarımız, sıfatlarımız, makamlarımız, sözün özü ceplerimiz, insanlığımızın önüne geçmiş; ne yazık!
Utan insanlık; hiç olmuşuz, boşluk olmuşuz, birbirimizin sonu olmuşuz! Fikirlerimiz kuraklaşmış ve inançlarımız diz çökmüş ceplerimizin önünde. Siz bilmezsiniz, insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu. Ümidi bile onu terk etmişti, tek yoldaşı gözlerimin yaşlarıydı. O gitti, giderken içimden içimi, şu dizeleri götürdü; onlara sahip çıksın, ışıklar içinde uyusun:
“Büyük insanlığın toprağında gölge yok, sokağında fener, penceresinde cam… Ama umudu var büyük insanlığın, umutsuz yaşanmıyor.”
***
Ve ben hâlâ ağlıyorum.
Comments