top of page
Yazarın fotoğrafıBregeal Yazıyor

"MASALLAR VE TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ" -Ceylin DEMİREZ

Güncelleme tarihi: 9 Kas 2023


Ankara, 2022

MASALLAR VE TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ


Masallar, asırlardır çocuk gelişiminde etkin rol oynayan bir husustur. Özellikle 0-6 yaş arası, çocukların bedensel, zihinsel ve sosyal gelişiminin en yüksek olduğu dönemdir ve bu dönemde öğrenilenler ileriki yaşlarındaki davranışların temelini oluşturur. Masallar da bu yaşlarda en yakın dostumuzdur. Oldukça masum görünen bu masallar perde arkasında birçok mesaj barındırır; ataerkilliğin inşaası , güzellik algıları ve daha nicesi...


Toplumsal cinsiyet dediğimiz kavram, dayatmalardan kaynaklanır ve doğar doğmaz öğrenmeye başlarız. Toplumsal cinsiyet kavramı renklerle, oyuncaklarla, sıfatlarla, çizgi film ve masallarla hayatımıza küçük yaşta girer. Masallar ve toplumsal cinsiyet ilişkisi, küçük yaşlarda ince ince beynimize kazınır ve büyüdükçe etkisini daha net gösterir.


Masalların geneline baktığımızda kadın figürler erkek egemen kültürlerin gölgesinde kalmıştır. Masalların ismi değişse de tema her zaman aynı kalmıştır. Kadınlar tüm masallarda güzeller güzeli ve masumdur, genelde ya çocuk bakar ya da ev işeri ile başı derttedir. Yaşadığı her şeye rağmen susar ve onu kurtaracak prensi gelene kadar her şeye boyun eğer. Tek başlarına güçsüzdürler ve mutlaka bir prense ihtiyaçları vardır. Pamuk Prenses prensinin öpücüğü olmadan uyanamaz; Rapunzel, o kuleden prensi olmadan çıkamaz; Kül Kedisi’nin evden kurtulmasının tek yolu binbir uğraşla gittiği baloda tanıştığı prenstir…


Erkek karakterler ise mutlak güce sahiptirler, savaşırlar ve her zaman kazanırlar. Çünkü her şeye sahiptirler. Finansal anlamda her zaman kadın karakterlerden daha güçlüdürler, her yetkiye sahiptirler. Prenslerin istek ve arzuları adeta bir buyruktur. Gerekirse tüm ülkede kapı kapı gezilip o ayakkabının sahibi bulunur.


Doğal olarak çocuklar da büyürken masal karakterlerini rol model alıp onlara benzemek ister. Kız çocukları güzel olmak isterler kendilerini kurtaracak bir prensin varlığına inandıklarından kendi içlerindeki gücün farkına varamazlar. Erkek çocukları ise her zaman güçlü olup asla yenilmeyeceğine inanır, toplumun ‘’Erkekler ağlamaz, erkek adam güçlüdür...’’ sözleriyle bu durumun doğru olduğunu kendince onaylarlar. Bu düşünce yapısı ailede şekillenmeye devam eder.


Masallarda aktarılan bu roller sadece kadınları değil, erkekleri de etkiliyor. Çoğu erkek günlük hayatlarında ailesi ve arkadaşlarıyla mesafeli ilişkiler kuruyor. Sert ve güçlü olabilmek için duygularını bastırıyor. Bu da stres kaynaklı hastalıkların görülme olasılığını artırıyor.


Gelelim masallardaki güzellik algısına: Bu algıyı kadınlar üzerinde daha net olsa da erkek karakterlerde de belirgin olarak görebiliyoruz. Erkek karakterlerimiz her zaman yakışıklı mı yakışıklıdır, güç gösterisi yapmaktan hiç çekinmezler, en ufak problemi bile çözmekte onlara yardımcı olan kaslı kolları ise masallarımızın olmazsa olmaz unsurlarından biridir.


Kadınlarda da saç rengi, kilo, göz rengi gibi güzellik için gereken her özellik ayrıntılı olarak tasvir ediliyor. Üzerine bastırılarak anlatılan zayıflık ve güzellik arasındaki ilişki birçok kız çocuğunda yeme bozukluğu ortaya çıkarıyor. Yüzlerce kız çocuğu bedenine tiksinti ve öfke duyuyor.


"Kadın kadının düşmanı" gibi anlatılıyor bir de. Masal okurları hep bir "kötü-çirkin cadı" ve "güzel-masum prenses" arasındaki çatışmayla karşı karşıya kalıyor. Hiçbir masalda kadın dayanışması görülmüyor. Doğuştan geldiğine inanılan güzel olma. beğenilme arzusundan kaynaklı olarak masallarda kadınlar birbirlerini kıskanıyor, öldürmek istiyor ve nefret ediyor.


"Kıskançlık" kadının doğasında görülen bir duygu olarak lanse ediliyor. Acaba gerçekten öyle mi? Peki bu neden yapılıyor? Çünkü kötü kraliçe bu sefer gerçekten de kötü. Sunduğu elma zehirli ve o elma yıllardır bizleri uyutuyor. Bu derin uyku, bizim üreten, değiştiren zihinlerimizi yavaşlatıyor hatta köreltiyor.


Biz kadınlar, tartıdaki bir rakamdan daha fazlasıyız. Potansiyelimizi bir prensin belirlemesine izin vermemeli, kurtarılmak için kimseyi beklememeliyiz. Toplumun istediği gibi değil, kendi istediğimiz gibi duygularımızı yaşamalıyız. İçimizdeki gerçek gücün farkına varmalı ve değişen dünyaya ayak uydurup zihinlerimize işlenen bu tabuları artık yıkmalıyız.


85 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Sitemize Abone Olun

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page