top of page

"KELOĞLAN’IN SİHİRLİ TAVUĞU", Mert Demir SERİNTUNA

  1. Sınıflar Edebiyat Atölyesi Masal Yazma Etkinliği

ree

KELOĞLAN’IN

SİHİRLİ TAVUĞU


Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Uzak bir köyde Keloğlan adında yoksul ama iyi kalpli bir delikanlı yaşarmış. Keloğlan’ın annesiyle birlikte yaşadığı küçük bir kulübesi varmış. Keloğlan sabahları erken kalkar, tarlaya gider, bazen de ormana odun toplamaya çıkarmış. Anası onu çok sever, “Kel oğlum, keleş oğlum, elbet bugünler de geçecek, sen iyilikten sapma.” dermiş.

Bir sabah Keloğlan erkenden uyanmış, anasının elini öpüp “Anacığım, ormana gidip biraz odun toplayayım. Satarız, un alırız, akşama sıcak bir çorba kaynatırız.” demiş. Annesi de “Git oğlum ama ormanda fazla uzaklaşma, hava erken kararır.” diye tembihlemiş. Keloğlan baltasını alıp ormana gitmiş. Gün boyu ağaçların arasında dolaşmış, odun ve şifalı bitkiler toplamış. Dönmek üzereyken bir ağacın dibinden hafif bir ses duymuş. Yaklaşıp baktığında kanadı yaralı, tüyleri altın gibi parlayan bir tavuk görmüş. Tavuğun gözleri korkudan titriyormuş. Keloğlan onu kucaklamış, “Korkma küçük dostum, ben sana zarar vermem.” demiş. Eve dönüp tavuğun kanadını sarmış, ona su ve yem vermiş.

Günler geçmiş, tavuk yavaş yavaş iyileşmiş. Keloğlan her sabah erkenden kalkıp tavuğuna bakmış, onu elinden geldiğince özenle beslemiş. Bir sabah güneş yeni doğarken kümese girdiğinde gözlerine inanamamış, follukta pırıl pırıl parlayan bir altın yumurta duruyormuş. Önce rüya gördüğünü sanmış ama eline aldığında yumurtanın ağırlığını hissedince gerçeği anlamış. Sevinçle koşarak evine gitmiş. “Anacığım, anacığım! Tavuk altın yumurtladı!” diye bağırmış. Anası önce inanmak istememiş, “Oğlum, sabah sabah ne diyorsun?” demiş. Fakat kümese gidip kendi gözleriyle görünce şaşkınlıktan dili tutulmuş. “Bu nasıl olur evladım? Allah’ın hikmeti!” diyebilmiş yalnızca. O günden sonra tavuk her sabah bir altın yumurta yumurtlamaya başlamış. Keloğlan bu altınlarla önce evini onarmış, anasına yeni giysiler almış. Kalan parayla da köydeki yoksullara yardım etmiş. Evi olmayanlara sağlam çatılar yapmış, aç kalanlara erzak dağıtmış, çocuklara yeni elbiseler almış. Köyde kimse üşümemiş, kimse aç kalmamış. Herkesin yüzü gülmeye başlamış. Keloğlan’ın adı kısa sürede dilden dile dolaşmış. Köylüler onun bu iyiliğini görüp, “Keloğlan’ın gönlü altın, eli açık, kalbi temizdir.” demeye başlamışlar. Zamanla köy güzelleşmiş, tarlalar bereketlenmiş, insanlar daha huzurlu yaşamaya başlamış. Keloğlan da anasının ve köyünün duasını almanın verdiği mutlulukla her sabah yeni güne umutla uyanır olmuş.

Bir süre sonra dağların ardındaki ormanda yaşayan kötü Tepegözler, Keloğlan’ın altın yumurtlayan tavuğunun haberini duymuşlar. Günlerdir aç ve yoksul yaşayan bu iri cüsseli yaratıklar, altın yumurtaları ele geçirip rahat bir hayat sürmeyi planlamışlar. İçlerinden en yaşlısı, “Bu zenginlik bir köylüye fazla. Gidelim, tavuğu alalım, altınlar bize kalsın.” demiş. Ertesi gün, köyün etrafına kara bulutlar çökmüş. Toprak sarsılmış, ağaçlar titremiş. Tepegözler gürültüyle köyün girişine gelmişler. Herkes korkuyla evine saklanmış. Sadece Keloğlan cesaretini toplayıp dışarı çıkmış. “Neden köyümüze geldiniz, ne istiyorsunuz?” diye sormuş. Tepegözler’in başı öne eğilip kısık bir sesle “Altın yumurtlayan tavuğu istiyoruz.” demiş. Keloğlan öne atılıp, “Bu tavuk bana bir armağan gibi geldi. Onun sayesinde köyümde kimse aç kalmadı. Size veremem.” demiş. Tepegözlerin öfkesi artmış, yer gök inlemiş. Keloğlan’ın sözleri onları daha da kızdırmış. Aralarında kısa bir arbede yaşanmış. Keloğlan elinden geleni yapmış, tavuğu korumaya çalışmış ama gücü yetmemiş. Tepegözler sonunda tavuğu alıp uzak dağlara kaçmışlar. Kaçarken de öfkelerinden çevreye zarar vermiş, Keloğlan’ın evini yıkmış, bahçesini harap etmişler. Köy halkı korkudan dışarı çıkamamış. Yalnızca Keloğlan yaralı hâlde evinin enkazı başında kalakalmış. Uzun bir sessizlikten sonra, anası gelip onu teselli etmiş.“Üzülme oğlum,” demiş, “İyi insanların başına da bazen kötü şeyler gelir. Sabırlı ol, iyiliğin karşılıksız kalmaz.” Keloğlan bir süre sessiz kalmış, sonra derin bir nefes almış. “Haklısın ana. Beni altın değil, insanların yüzündeki tebessüm mutlu ediyordu. Elbet bugünler de geçer.” demiş. Bu sözler köydeki herkesin kalbinde yankı yapmış. Keloğlan’ın evi yıkılmış, malı gitmiş ama iyiliği ve cömertliği insanların kalbinde yer etmiş. Köylüler bir araya gelip “Keloğlan bize hep yardım etti, şimdi sıra bizde.” demişler.

Köylüler günlerce birlikte çalışmışlar. Kadınlar yemek pişirmiş, erkekler taş taşımış, çocuklar da küçük elleriyle çamur yoğurmuş. Hep birlikte Keloğlan’a yeni bir ev yapmışlar. Bu ev, eskisinden daha güzel, daha sağlam, daha sıcak bir yuva olmuş.  O günden sonra Keloğlan, elinde ne varsa paylaşmaya devam etmiş. Köylüler onu örnek almış, köyde dayanışma ve sevgi artmış. Kimse aç kalmamış, kimse üşümemiş. Böylece Keloğlan’ın köyü sevgiyle, yardımlaşmayla dolu bir yer hâline gelmiş. Tepegözler de bir daha köye yaklaşmamış, herkes huzur içinde yaşamış.

Gökten üç elma düşmüş: biri iyilik edenlerin başına, biri cömertlerin kalbine, biri de bu masalı okuyup ders alanların payına. Dilerim ki herkes Keloğlan gibi paylaşmayı, iyiliği ve alçakgönüllülüğü hiçbir zaman unutmasın. Unutmayın, altın  kaybolur ama yapılan iyilikler hiçbir zaman kaybolmaz.

Yorumlar


Sitemize Abone Olun

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, BREGEAL YAZIYOR tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page